Bir sofrada yemekler ve içecekler ne kadar önemliyse, üzerinde yer alan tabak, çatal, kaşık ve peçete de bir o kadar önemli. Sofra düzenini kurarken bu araçların doğru konumlandırılması hem yenen yemeğin kalitesini arttırıyor hem de estetik bir görüntü oluşmasına yardımcı oluyor. Peki ya birer araç olarak çatal, kaşık ve bıçağa sofralarda biz ne kadar önem veriyoruz ve bu aparatların tasarım ve bulunuş tarihleri hakkında ne biliyoruz?

Çatal
Türkçeye ilk olarak bir tarım aletini adlandırmak üzere giren çatal kelimesi, çatmak ve almak fiillerinin birleşiminden oluşuyor. Bıçak ve kaşığın tarihine göre çok daha yeni bir buluş olan bu aletin ilk kullanılmaya başlanmasını uzmanlar M.Ö. 400 yılına işaret etse de, kesin tarihleme yapılamıyor. Hijyen kurallarının ön plana çıktığı ve yemek yemenin bir seremoni halini aldığı Ortaçağ yıllarında çatal yalnızca soylulara ait bir öge olarak sofralarda yer alıyor, hatta seyahat eden asiller çatallarını yanlarında taşıyor. Özellikle, eski dönemlerde kadınların çeyizlerinde karşılaştığımız çatalların ilk tasarımları iki uçlu şekildeyken daha sonraları üç ve en son hali olan dört uçlu halini alıyor.

Kaşık
Kaşık, ‘’lingula’’ yani ‘’küçük dil’’ teriminden türeyen bir kelime olarak en eski aletlerden biri olarak kabul ediliyor. İlk kaşıkları deniz kabuklarından üreten Paleolitik dönem insanlarının çataldan daha önce kullanmaya başladıkları bu alet aynı zamanda kemikten, tahtadan veya sedeften oyma olarak farklı malzemelerden üretiliyordu. Bugün hala bu malzeme çeşitliliği farklı kültürlerde servis edilecek yemeğe göre değişkenlik göstermeye devam ediyor. Özellikle, Selçuklu ve Osmanlı’nın tahta kaşık üretimi yapmaları, bu aletin yaygınlaşması konusunda büyük bir şöhrete sahip olmalarını sağlarken, günümüz Türkiye’sinde de bu geleneğin hem kaşık kullanım kültürüne katkısını hem de bir iş alanı olarak kaşıkçılığın gelişimini de ayrıca etkilemiş olduğunu söylemekte yarar var.