Yemek yemenin de yemek yapmak gibi kendine has bir çizgisi var. Belirli kurallara ait olması, tabakların belirli bir düzene göre sıralanması ya da içindekilerin nereden geldiği gibi sorulardan bahsetmiyoruz; yemek yeme eyleminin kendisinin artık bir kültür olmasından bahsediyoruz.

Yemeklerin vücudumuzun bir parçasına dönüştüğünü ve yemek kültürünün en canlı kültür biçimi olduğunu vurgulayan Marije Vogelzang, ‘yeme tasarımı’ kavramını vurgulayan bir sanatçı.

Ne zaman yalnız yemek yeriz?

Vitaminler neye benzer?

Gıdalar ilacımız olabilir mi?

Ne kadar yemek yememiz gerekiyor?

gibi sorular Marije’nin yaratıcı yollarla cevaplarını aradığı sorular diyebiliriz.

Gıdanın insana enerji veren bir yakıt olmasının ötesinde, kendi gelişimine ve toplumsal ritüellerine dair bilgi verdiğini belirten sanatçı; gıda içeriklerinin, yeme-içme seremonilerinin, kullanılan alet edevatların bölgeden bölgeye, bir topluluktan başkasına nasıl çeşitlilikler gösterdiğini inceliyor. Bu basit gibi görünen günlük eylemin ardında ateşin bulunması, kaşığın icadı ve yemek tariflerinin tasarlanması gibi çok çeşitli yaratım süreçleri bulunuyor.

Üstelik tüm bu süreçler tarihsel birer hikayeye de sahip. Peki öyleyse, neden tasarım alanı yeme eyleminin kendisini tasarlayamasın? Marije’nin bu yaklaşımı sıradan tabak veya sofra tasarımı yapmanın, simetrik düzenler oluşturmanın ya da lezzetli tarifler hazırlamanın çok ötesinde bir noktaya uzanıyor; yediğimiz yemeğe saygı duymak ve onu mümkün olan en iyi şekilde tüketmek.